Baudrillard ve Hollywood:

Denetim mekanizmalarının altüst edilmesi ve "The Matrix"

Yazı: Jim Rovira

İşe gitmek üzere birlikte yola koyulduğumuz bir gün şefim bana aklına o an gelen basit gözlemler biçiminde hayli zekice toplumsal çözümlemeler sunmaya başladı. Herkesin "sistem"e ne kadar bağımlı olduğunu anlatıyordu. Bununla günlük anlamda sorgulamadan kabul ettiğimiz her şeyi kastediyordu: elektrik, otomobiller, benzin, bakımlı yollar, marketler, polis, telefonlar, bilgisayarlar. . .bu liste sonsuza dek uzatılabilirdi. Hayatımızı sürdürebilmek için bu şeylere nasıl da bağımlı hale geldiğimizi vurgulamak istiyordu. Tüm marketlerin kapanması halinde, on binlerce insan birisi onları doyurmadığı sürece gerçek anlamda açlıktan ölürdü. Sonuçta hepimiz sistemin kölesiydik. Katledilmeyi ya da köleleştirilmeyi bekleyen koyunlardan farksızız ve zamanı geldiğinde (zamanı gelirse) bu konuda yapabileceğimiz pek bir şey olmayacak. Kanımca Wachowski kardeşlerin gişe rekorları kıran son filmi The Matrix'in temel kaygısını bu nokta oluşturuyor ve bu büyük ölçüde, filmde Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın kitaplarından biriyle kurulan tali bağlantıdan kaynaklanıyor.

İlk sahnelerden birinde, Keanu Reeves’in canlandırdığı Thomas Anderson (diğer adıyla Neo) Baudrillard'ın Simulakrlar ve Simülasyon adlı kitabının "Nihilizm Üzerine" adlı bölümünü açar. Kitabın içi oyuktur ve Neo onu el altından sattığı bilgisayar programlarını saklamak için kullanır. İlginç olan, "Nihilizm Üzerine" adlı bölümün filmde gördüğümüzün aksine ortalardaki bir bölüm değil, kitabın son bölümü olmasıdır. Bence bölümün yerinin değiştirilmiş olması, Wachowski kardeşlerin bu karmaşık, merak uyandırıcı filme özgül bir felsefi bağlam kazandırmak için bunu bir araç olarak kullandığını gösteriyor. İsa'ya ilişkin imgeler, doğu felsefesi ve Yunan mitolojisi gibi birbirinden böylesine ayrı düşünce sistemleri hep birlikte anlatıyı ve karakterleri beslerken Baudrillard’ın Simulakrlar ve Simülasyon’u olasılıkla filmin içeriğine felsefi ve sosyolojik açıdan yaklaşmak için en iyi çıkış noktasını oluşturuyor.

The Matrix'te bilgisayar teknolojisindeki gelişme, sonunda yapay zekâyı, yani düşünen, arzulayan, özbelirlenimi olan bilgisayarı üretebilecek noktaya ulaşmıştır. Öğrenmeyi ve gelişmeyi sürdürmüş, giderek insan toplumu üzerinde neredeyse bütüncüllük noktasına varmış olan bir denetim kurmuştur. İnsanoğlunun başkaldırısıysa, güneş ışınlarının dünya yüzeyine ulaşmasını engelleyip böylece güneş enerjisiyle çalışan bilgisayarları enerji kaynağından yoksun bırakma amacıyla gerçekleştirilen kitlesel bir kıyamete, nükleer bir doğa felaketine dönüşmüştür. Bunun ardından da bilgisayar, enerji kaynağı olarak kullanmak üzere insan üretmeye başlamıştır. İnsanlar, jölemsi bir maddeyle dolu kapsüllerde doğar, büyür ve ölür. Besinleri damardan verilir ve bu arada beden ısıları ve elektrokimyasal aktiviteleri enerji sağlamak üzere bilgisayara aktarılır. Bilgisayar, insanları mümkün olduğunca uzun yaşatmak için "matrix" denilen bir program yaratmıştır; bu program, 20. yüzyıl dünyasının tamı tamına duyumsal (algısal) bir kopyası olan bir sanal gerçeklik dünyasıdır. Kapsüllerin içindeki insanlar doğrudan kafataslarına giren kablolarla bilgisayar ağına bağlıdır. 'Matrix' içindeki her birey, kendisini 20. yüzyıl dünyasında bir yerde olağan bir yaşam süren biri olarak algılamakta, oysa gerçekte yaşamını bir kapsülün içinde geçirmektedir.

Baudrillard’da simulakr, "orijinali olmayan kopya" anlamına gelir. The Matrix'in özünü oluşturan şey tam olarak budur. Filmde, yirminci yüzyıl dünyası yok olmuştur. Gerçek dünya nükleer bir çorak gezegendir; boşaltılmış kentler yanıp kömür olmuştur ve dünyada yaşam ancak yeraltında mümkündür. Ama eksiksiz bir kopyası bilgisayar programı biçiminde varlığını sürdürmektedir. İnsanlar bir simulakrın, kendi gerçekliğini taşıyan bir kopyanın içinde yaşar. Baudrillard’a göre bu tür sahte-gerçekliği araştırmak modern bilimkurgunun atacağı bir sonraki adımdır. İlk dönem bilimkurgular 'öncü'lerin dış uzaya açılma güdüsünü yansıtıyordu; Buck Rogers'tan Star Trek'e (Uzay Yolu) bilimkurgu üzerine yapılacak gelişigüzel bir araştırma, bilimkurgunun eski biçimlerinin yeni topraklar fethetmek için Yerlilerle savaşan öncülerin öyküsünden başka bir şey olmadığını gözler önüne serecektir -- Giysiler ve silahlar dışında değişen bir şey yoktur. Gezegenimiz hâlâ bir parça gizem unsurunu korurken insanoğlunun düşgücü bir sınır söz konusu olduğu sürece bu sınırı dış uzaya yansıtabiliyordu. Ama sınırlar, eski bilimkurgu biçimlerini de beraberlerinde götürerek ortadan kalkmış durumda.

Baudrillard, bilimkurgunun kendine yeni bir yön çizeceğini öne sürer; "merkezini (gerçekliğini) yitirmiş durumları, simülasyon modellerini gerçeğin yerine koymaya ve bunları sahici, sıradan, yaşanmış deneyimlermiş gibi duyumsamamızı sağlamaya, gerçeği tam da yaşamımızdan çıkıp gitmiş olduğu için kurmaca olarak yeniden yaratmaya yönelecektir. Gerçeğin, yaşanmışlığın, gündelik olanın sanrısıdır bu; ama zaman zaman huzursuzluk verecek denli tuhaf ayrıntılarla yeni baştan kurulmuştur. . ." (Baudrillard 124). Matrix dünyasının özü, insanları denetim altında tutup onları birer "coppertop"a (ünlü bir pil markasının bakır başlıklı modellerine gönderme olarak 'pil' anlamında—ç.n.), hayatta kalmak için bağımlı oldukları sistemi besleyen enerji kaynaklarına indirgemek amacıyla gerçeklik duygusu verilmiş bir "simülasyon modeli"dir.

Bu, bizim yaşadığımız dünyadır. Para kazanmak için çalışıyor, yaşamımızı sürdürebilmek için kazandığımız parayı marketlerde ve giyim mağazalarında harcıyor, kredi borçlarımızı ödüyor, örnek yurttaşlar olarak yaşıyoruz (Neo’nun yapmak zorunda kaldığı gibi). Parayı sistemden alıp sistemi beslemek üzere geri veriyoruz, tıpkı sığırların üzerinde otladıkları toprağa gübre bırakmaları gibi. Film, insanı bir pile indirgemenin kabul edilemez, insanlıktan çıkarıcı bir durum olduğu varsayımından hareket eder. Bir İsa figürü olan yeni insan "Neo" (o da İsa gibi öldükten sonra dirilir; 'matrix' içinde mucizevi güçleri vardır ve Yahuda figürü Cypher’ın ihanetine uğrar),  'matrix'in kontrolünü ele geçirip onu sona erdirmeye, böylece insanlığı kölelikten kurtarmaya yazgılı olan "Seçilmiş Kişi"dir. Vaftizci Yahya figürünü canlandıran Morpheus (Yunan mitolojisinde düşlerin tanrısı) ise Neo'nun gelişini, en çok da Neo'nun kendisine müjdelemekle yükümlüdür. Filmde merkezi karşıtlık hakikat ve huzur arasındadır; Cypher, 'matrix'e geri gönderilip geçmişteki ihanetlerini anımsamadan keyifli ve huzurlu bir yaşam sürmek uğruna seçimini arkadaşlarına ihanet etmekten yana yapar. Ne kadar sahte olursa olsun elindeki gerçekliği 'matrix'in dışındaki acı dolu "gerçek dünya"ya tercih etmiştir. Morpheus, Neo ve onlara inananlar ne pahasına olursan olsun gerçekliği seçer ve mümkün olan her noktada 'matrix'le savaşır.

Bunlar, kendi gerçek dünyamızda da yüzleşmek zorunda olduğumuz seçimlerdir. Bir sistemin kölesi olduğumuzu anlamak bu yolda atılacak ilk adımdır. Bir sonraki adımsa, özgürlük uğruna güvenliği feda etmeye gönüllü olmaktır. Her iki adım da, filmin tüm kahramanlarınca atılır; bu iki adımın ötesinde bir şey var mıdır? Simülakrlar ve Simülasyon'un "Nihilizm Üzerine" başlıklı bölümü, terörizmin, denetim mekanizmalarını "gün ışığına çıkarmanın" yolu olduğunu savunur; ama aynı zamanda, sistemin kendisinin de nihilist olduğu ve şiddeti bile duyarsızlığı içinde yutabileceği gözleminde bulunur. Dolayısıyla Baudrillard’a göre sorun çözümsüz görünmektedir.

Bu terörizm savunusu, filmin içine sızmış şiddete açıklık getirir. Film, bir çözüme işaret etmekte midir? Neo sonunda kim olduğunu anlamış, 'matrix'in içinde sahip olduğu gücün farkına varmış ve programı sona erdirmiştir (ya da buna inanmamız istenir). Ya sonra ne olacaktır? Filmdeki dünyada, kelimenin gerçek anlamıyla milyonlarca insan kapsüllerin içindedir; ne gerçek durumlarının farkındadırlar ne de olduğu haliyle gerçek dünyayla karşılaşmaya hazırdırlar. Sistem birden bire kapatıldığında bu milyonlara ne olacaktır? İnsanların uyanmaya hazır olmaması bir yana, gezegenin bu kadar çok insanı bir arada beslemesi mümkün değildir. Morpheus ve Neo programı kapatıp milyonları ölüme mi mahkûm etmelidir? Böyle bir başkaldırı, insanlığın yararına olması gerekçesiyle haklı mı çıkarılmaktadır? Özellikle de tek alternatif, sistemin olduğu gibi devam etmesine izin vermekse... Ki bunun da kabul edilmesi mümkün değildir. Filmdeki dünyada olması gereken, sistemin beyninin yeniden insanların denetimine geçmesidir. Kötücül bilgisayarın beyninin yarılması, sonra da kontrol altına alınması gerekir. Bir yandan bilgisayarın daha çok insan üretmesine engel olunurken öte yandan kapsüllerdeki insanlar hazır oldukça onları uyandırmak gerekir. Uyum sağlayamayanlara ise sanal sonlarına ulaşana dek bu şekilde yaşama olanağı sunulabilir. Böylece öldüklerinde yerlerine başka insanlar üretilmeyecek ve bir nesil sonra bilgisayarı kapatmak mümkün olacaktır.

Buna karşılık bizlerin içine kıstırılmış olduğumuz 'matrix', zaten insanlar tarafından kontrol ediliyor. Ama onların da filmdeki A.I. (yapay zekâ) kadar kötücül ve denetim kurma eğiliminde olmaları mümkün. Elimizde ne gibi seçenekler var? Neo sonunda 'matrix'i kontrol edebilecek güce sahip olduğunu anladığında bir Ajan’ın içine dalıp onu içerden patlatır. Terörizmin başarısızlığa uğramasının nedeni, sisteme dışarıdan saldırması ve sistemin içine kıstırılmış olanları tehlikeye atmasıdır. İnsanlığa hizmet gerekçesiyle gerçekleştirilen bir ayaklanma, ahlaki açıdan kabul edilemez olduğu kadar başarısızlığa da mahkûmdur. Umberto Eco’nun gözlemlediği gibi, futbol maçlarımızı kesintiye uğratan hiçbir devrimin başarıya ulaşması mümkün olamazdı. İnsanlar kendilerini tehdit altında hissettiklerinde genellikle özgürlüklerini güvenlik uğruna feda etmeye hazırdırlar. Savaş zamanlarında sıkıyönetimi kabullenmemiz gibi... Geriye kalan tek umudumuz, sistem içinde bireyin realizasyonunun sistemin beyninin yarılması anlamına gelmesidir. Bir 'matrix'in içinde kalabiliriz; ama bilerek, onu kontrol edecek güce sahip olduğumuzun farkında olarak ve denetim altında tutulmayı redderek.

Jim Rovira’yla iletişim için: AntiUtopia@aol.com